Bizi zafere götürecek metod ve stratejiyi gösteren
Allah’a hamd; bu metodu en güzel şekilde uygulayarak zafere ulaştıran Rasulüne
salât-u selam; ümmetin kurtuluşu için mücadele veren kardeşlerime selam olsun.
Kasım sayısında 30 yıldır Ortadoğu’da diktatörlükler
kuran entrikacı ve zalim batılı güçlerin son birkaç yıldır Büyük Ortadoğu
Projesi’nin ikinci basamağına geçtiklerini ve bölge ülkelerinde iç savaşlar
başlattıklarını ifade etmiştim. Ortadoğu halklarını özgürlük ve demokrasi
yalanı ile sokağa dökenlerin gerçek niyetlerini ve hedeflerini maddeler halinde
açıklamıştım. Bu sayıda ise Libya, Suriye ve Mısır gibi ülkelerde sokağa çıkmadan
evvel neler hesaplanmalıydı konusuna temas edeceğimi ifade etmiştim. Ona
başlayalım;
Haberleri takip edenlerin hatırlayacağı üzere Ortadoğu’da
başlayan halk hareketleri Tunus ve Mısır’da çok kanlı olmamış olsa da özellikle
Libya ve Suriye’de iç savaş boyutuna ulaşmış ve on binlerce insanın kanı
akmıştır. Bu ülkeler neredeyse tamamen harap olmuş ve 40-50 senede kendilerini
maddi-manevi toparlayamayacak hale gelmiştir. Özellikle Suriye’de bu yıkım çok
daha fazla olmuş ve şu ana kadar yaklaşık 150 bin insan ölmüş, 5-6 milyon insan
evini barkını terk etmek ve perişan bir hayat sürmek zorunda kalmıştır. Bütün
bunlara rağmen dış desteğe sahip olan zalim iktidara karşı hiçbir sonuç
alınamamıştır. Halk savaştan bıkmış ve muhaliflere olan iç ve dış destek epeyce
azalmıştır. Görünen odur ki muhalifler gitgide yalnızlığa terk edilmekte hatta
haberlerde onlardan artık pek bahsedilmemektedir.
Muhaliflere destek sözü verip onları sokağa dökenler
zalim iktidarın gücünü, alabileceği dış desteği, Avrupa ve Amerika’nın muhaliflere
ciddi bir destek vermeyeceğini hatta onları satabileceklerini, onların
demokrasi isteklerinin yalan olduğunu ve gerçekte başka hesaplar peşinde
olduklarını, böylesi diktatörleri gerçekte onların getirdiğini ve mevcut zalim
gitse bile onun yerine onun gibi bir başkasını getireceklerini düşünmediler.
Aynı zamanda muhaliflerin ağır silahlarının olmadığını ve olamayacağını, birlik
beraberlik içinde olmadıklarını ve olamayacaklarını, askeri ve siyasi bilgi ve
stratejiye sahip olmadıklarını ve olamayacaklarını, hiçbir eğitimlerinin ve
tecrübelerinin olmadığını, bu halleriyle yeterince askeri, maddi ve istihbarat
desteği olmadan koca bir orduya karşı koymalarının mümkün olmadığını ve
olamayacağını, bu hareketin sonuçta yüzbinlerce kayıp vererek bitmek zorunda
kalabileceğini hesaba katmadılar. Bunları Suriyeli muhaliflerin düşünememesi
normal karşılanabilirse de Türk Hükümetinin ve siyasilerin düşünememesi kabul
edilemez. Zalimin karşısında olmak, mazluma yardım etmek elbette doğru ancak
hesapsız atılacak adımlar ile zalime değil mazlumlara zarar verilir. Öyle de
olmuştur ve Suriye halkı bugün dünyanın en kötü durumunda olan halkı durumuna
gelmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti iyi niyetle Ortadoğu’daki
diktatörlüklerin yıkılmasını ve Müslüman halkların biraz daha özgürleşmesini
istiyor olabilir. Bunun için bu halk hareketlerini destekleyerek risk alıyor da
olabilir. Ancak şu bir gerçek ki kendi aldığı riskten çok daha fazla Suriye
halkını riske atmıştır. Daha önce de Amerika, Irak’ı işgal ettiğinde hükümet
yine aynı gerekçeyle Saddam gibi bir zalimden Irak halkının kurtulması ve
özgürlüğüne kavuşması için emperyalist, zalim ve dünyanın en büyük yalanlarını
söyleyerek zayıf ülkelere saldırıya geçen Amerika’yı desteklemişti. Sonuç ne
oldu? 1.5 milyon şehit, yerle bir olmuş bir devlet, Amerikalı
askerler tarafından namusları kirletilen on binlerce Iraklı Müslüman kadın,
neredeyse bölünmüş diyebileceğimiz bir toplum, her gün patlayan bombalarla
günde yüz civarında insanın ölmeye devam ettiği ve mezhep çatışmalarının
fitilinin ateşlendiği bir Irak… Tek kelimeyle maddi-manevi enkaza dönmüş bir
ülke. Belli ki böyle olacağı düşünülemedi. Saddam gibi diktatörleri İran’a
karşı savaşsın diye aslında Amerika’nın getirdiği de unutuldu. Amerika’nın
derdinin ne Saddam ne de kimyasal silahlar olmadığı ve kendince İslam’ı ve
Müslümanları dönüştürmek, ılımlı hale getirmek ve Ortadoğu’daki etkisini
artırmak olduğu da anlaşılmadı. Amerika’nın gerçek niyetini ve projesini bize
söylemeyeceği ve sözüne güvenilmez bir devlet olduğu da düşünülmedi ve Irak’a
demokrasi geleceği hayalleriyle büyük emperyalist desteklendi.
Türk Hükümeti az ve de güvenilir olmayan bilgilerle büyük
kararlara imza atmış, bunu aktif dış politika zannetmiş ve telafisi mümkün
olmayan büyük hatalar yapmıştır. Bu arada tüm komşu devletlerle ilişkileri
bozulmuştur. Kendini olduğundan daha güçlü zannetmesi sağlanmış ve Türkiye
bölgede büyük rollere soyunsun böylece Amerika tarafından maşa olarak
kullanılabilsin diye pohpohlanmıştır. Sahte ve hiçbir geçerliği olmayan abi
rolü verilmiş ve siyasi kararları verenleri böylelikle aldatmışlardır.
Gerek Suriye muhaliflerini destekleyen, sokağa çıkmaları
için teşvik eden, onlara açık ve gizli yardımlarda bulunan, onları örgütleyen,
Türkiye’de toplantılar düzenlemelerini ve sürgünde bir hükümet kurmalarını
sağlayan Türk Hükümeti ve gerekse Suriye halkından rejim muhalifleri bu
hareketi başlatmadan evvel neleri hesaba katmalıydılar? Böyle bir halk hareketi
hangi şartlar gerçekleştikten sonra başlatılabilirdi?
1. Öncelikle şunlara
sahip bir cemaatin oluşmuş olması gerekirdi;
a- Ehliyet ve
cesaret sahibi lider
b- Ehliyet ve
cesaret sahibi aynı zamanda disiplinli ve itaatkar kadrolar
c- Cesaret ve
disiplin sahibi, cemaate itaat
kabiliyeti kazanmış milyonlarca insandan oluşan bir kitle
d- Böyle kitleleri
sevk ve idare edebilmek için gerekli sistem ve teşkilat yapısı. Bunlara
ilaveten hem lider, hem kadro ve hem de cemaatin fertlerinin tamamına yakınında
hedefin doğruluğuna, ulaşılabilir olduğuna ve ulaşılmasının bir zaruret
olduğuna kuvvetli bir inanç ya da iman.
Suriye ve Libya’da bunlardan eser bile yoktu. Suriye’de
1982’de Beşşar Esed’in zalim babasının gerçekleştirdiği Hama kenti ve
civarındaki katliamlar sonucunda 50-60 bin civarında Müslüman şehid edilmiş ve
var olan İslami çalışmalar da tamamen bitirilmişti. O günden beri Suriye’de
halkın gözü korkmuş ve hiçbir İslami faaliyet yapamaz olmuştu. Gerçek İslam’ı
öğreten tüm kitaplar yasaklanmıştı. 4-5 kişi bir evde bir araya gelemiyordu.
Bunlardan dolayı Suriye halkı İslam’ı bilmeyen, cemaat çalışması yapmayan ve
hizmet tecrübesi olmayan bir halk durumuna gelmişti.
Suriye halkı bu olaylardan bir yıl öncesine kadar Beşşar
Esed’i alkışlayan ve ona oy veren bir halk değil miydi? Böyle bir halkı sokağa
dökmeden önce orada güçlü bir cemaatin, güçlü bir liderliğin, güçlü ve
tecrübeli bir kadronun, sağlam bir eğitim sisteminin, sağlam bir teşkilat
yapısının ve kurumlarının oluşması gerekmez miydi? Diğer
şartlar gerçekleşse bile sadece disiplin şartı gerçekleşmediğinde hareket
başladıktan sonra kontrolden çıkacaktır. Suriye’de olan tam da budur, tam bir
kontrolsüzlük ve kargaşadır. Birbirinden kopuk hatta bazen birbirleriyle
savaşan 1500’e yakın silahlı örgüt oluşmuştur. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’in Mekke’de silahlı cihadı başlatmamasının bir sebebi de yukarıda
söylenen özelliklere sahip bir kadro ve kitlenin oluşması, Müslümanların zulme
karşı Allah için sabretmeyi, liderden emrin gelmesini beklemeyi ve lidere itaat
etmeyi öğrenmesi idi.
2. Böyle bir cemaat
teşekkül ettikten sonra yıllarca tebliğ ve eğitim çalışmaları yapılmalı ve
geniş kitlelere İslam götürülmeliydi. Böylece İslam’ın hakimiyetini isteyenler
ve bu uğurda mücadele edenler de neyi istediklerini bilerek isteyecekler,
İslam’a düşman olanlar da neyi reddettiklerini bilerek reddedeceklerdi. Bu
şekilde herkes bilerek bir tercihte bulunacak ve saflar ayrılacaktı. Kur’an-ı
Kerim saflar ayrıldıktan sonra Müslümanlara Allah’ın yardımının, kafirlere ise
Allah’ın azabının geldiğini belirtir. Bu, Sünnetullah’tır ve değişmez. Tebliğ
yapılmadan Allah Müslümanlara yardım, kafirlere ise azap etmeyecektir. Allah’ın
yardımının gelmesi safların ayrılmasına, safların ayrılması ise İslam cemaatinin
ve davetçilerinin Tevhid’i anlatmasına bağlıdır. Tevhid anlatıldığında ve “Allah’tan
başka ilahın yani itaat edilecek bir makamın olmadığı, Allah’ın dünyasında
O’nun dediğinin olması gerektiği ve O’ndan daha iyi bilenin olamayacağı, aynı
zamanda dediğinin olmasının O’nun hakkı olduğu” açıkça ortaya konulduğunda
bir kısım insanlar kabul edecek, bir kısmı ise reddedecek ve saflar ayrılmış
olacaktır. Böylece reddedenler bizi değil; Allah’ı ve Tevhid’i reddetmiş olacak
ve bizimle değil; Allah ile karşı karşıya gelmiş olacaklardır. İş bu noktaya
geldikten sonra Allah’ın yardımı gelecektir.
İslam’ın ve Tevhid’in öğretilmediği bir toplumda birden
bire silaha sarılmak ve devrim yapmak istemek hem siyaseten hem de İslam Fıkhı
açısından doğru değildir. 1. maddede belirttiğimiz gibi Hz. Peygamber Mekke’de
silaha sarılmış mıdır? Hayır. Neden? Sebep çoktur. Sayının ve gücün
yetersizliği bir sebep olsa da ondan çok daha önemlisi tebliğ edebilmek,
anlamalarını sağlamak ve yarınlarda iman edecek olan kimseleri bugünden öldürmemek
ya da karşımıza almamak içindi. Onların anlamaları ve düşünmeleri için mühlet
vermek içindi. Ayrıca Mekke’de daha
hakkıyla tebliğ yapılmadan silaha sarılınmış olsaydı, müşrikler İslam’ı ve
Müslümanları fitneci, katil, akrabaları birbirine düşman eden bölücüler olarak
göreceklerdi. Daha başka sebepler saymak da mümkün. Allah Azze ve Celle bu gibi
sebeplerden dolayı Mekke’de sabrı emretmiş ve silaha sarılmaya izin
vermemiştir. Taviz vermeye izin vermediği gibi. Bu iki yönlü ve dengeli
strateji ile yani hem saldırmamıza hem de taviz vermemize izin vermeyerek bizi
başarıya ve zafere götürmüştür. Saldırmamıza izin vermeyerek hem hareketi
altından kalkamayacağı hatalar yapmaktan ve yok olmaktan korumuş hem tebliğin
önünü tıkamamış ve tebliğe devam edilebilmiş hem Müslümanlara sabretmeyi
öğretmiş ve onları olgunlaştırmış hem liderden emir gelmeden harekete geçmemeyi
öğretmiş hem kâfirlerin mazlum durumdaki Müslümanları görüp kalplerinin
yumuşamasını sağlamış hem de İslam’ın rahmet dini olduğu, öldürmeye değil
tebliğ ile diriltmeye geldiği anlatılmıştır. Taviz vermemize de izin
vermeyerek hareketi bozulmaktan, şahsiyetsizleşmekten, bukalemun gibi renkten
renge girmekten korumuştur. Bu metod sayesinde Ebu Bekir’ler, Ömer’ler…
yetişmiştir.
Bu nebevî metod ışığında ve bu gözle Suriye’ye
bakıldığında büyük yanlışlar yapıldığı anlaşılacaktır. Küçük bir takım
gayretleri saymazsak Suriye’de tebliğ çalışmaları yaklaşık 30 yıldır
terkedilmiş ve Suriye halkına İslam ve Tevhid öğretilmemiştir. Sonra da böyle
bir halk silahlı mücadeleye teşvik edilmiştir. Büyük bir kumar oynanmış ve bu
kumar kaybedilmiştir. Vahyin gösterdiği metod ve strateji terkedilir, akıl ön
plana alınır ve Amerika’nın yönlendirmesiyle davranılırsa böyle telafisi
imkânsız hatalardan korunmak mümkün olmayacaktır. Konuya devam etmek
temennisiyle… Allah’a emanet olun.
0 yorum:
Yorum Gönder